Narcissusvari
hareketler sergiliyorum şu günlerde. Öyle ki her aynaya rastlayışımda mutlaka
saç baş düzeltiliyorum. Gördüğüm pejmürde hatuna bir kere gülümsüyorum. Kendi
kendime mutlu olmayı öğrendim sanırım ya da kendimi inceleme hastalığına
tutuldum.
Fark ettim ki aslında
değişmiyorum ben. Hiçbir zaman değişmedim. Değişemedim. Aynı tas aynı hamam
aynı taş aynı olan her şey gibi kaldım, kalıyorum. Bu yüzden galiba biraz da
kendime sarışım.
Ya da eksikliğimden
bu şekilde düşünüyorum. Hissetmek istiyorum. Üzerimdeki yoğun duygusuzluğun,
anlamsız hissizliğin gitmesini istiyorum. Ve şu geçiş dönemin geçip gitmesini.
Hiç sevemem geçiş
dönemlerini. Bir yere alışma çabalarını, bir yerden kurtulma çabalarını. Arada
kalmaktır belki de beni bu hale getiren. Bilmiyorum. Bildiğim şey sadece hissetmiyorum,
hissettirilmiyorum. Büyüdük de o aşk masallarıyla kandırılamıyor muyuz? Yoksa
artık her şey için çok mu geç?
Bu sorunun
cevabını düşünüyorum. Hem de uzun zamandır. Çok uzun zamandır. Galiba bu
anlamsız soruları düşündükçe kendi ruhumu kendimden soyutluyorum. İlgilenmem gereken
bir hayatım, tekrardan oturtmaya çalıştığım bir düzenim varken zekamı
köreltmeye çalışıyorum deli gibi.
Eskiden farkına
varamadığım şeylerin artık farkına varıyorum. İnsanları izliyorum. Onlar
hakkında yargılara varmaya çalışıyorum. Bazen hayal kırıklığına uğruyorum.
Yanlış yargılar beni buna sürüklüyor. Bu
sürüklenme ile zihnimi yoruyorum.
İşte bu yüzden tekrar
hayal kırıklığına uğramamak içinse kendimle uğraşmak daha cazip geliyor.
Kendime gülümsemek, kendime aşık olmak. Narcissus gibi...