Çocukluğumu
çok güzel geçirdim. Sayamayacağım şekerlerim ve mor bir bisikletim vardı. Şu hayatta kimse
benim gördüğüm şeyleri görmemiştir herhalde. Annem, babam ve iki abimle
birlikte yurdun her bir köşesini gezmişizdir o kırmızı kamyonla. Bir hafta
evdeysek bir hafta babamla yollarda olurduk çoğunlukla yazları.
Akla hayale gelmeyecek şekillerde tatiller
yaptım. Akla hayale gelmeyecek yerleri
ailecek bin bir şekilde gezdim. İki ranzalı
bir kamyonda alt ranzada annem ve ben üst ranzada abimler ve ön kısımda babam.
Abimlerle kavga ettiğimi çok iyi
hatırlıyorum üst ranza için ama her zaman onlar kazanırdı. Bense onlar uyumadan
önce ve onlar uyandıktan sonra çıkardım üst ranzaya o kadar hoşuma giderdi ki
özellikle geceleri. Arabaların, yolların, şehirlerin ışıkları gözüme girerken
uyumak… Gözümün önünden akardı her şey ve ben sadece izlerdim.
O zamanlar belliymiş aslında benim bir
hayalperest olacağım. Kendime bir ütopya kurup orada yıldızlarla beraber
yaşayacağım. Hamur bu işte… Yıllar geçse de değişmiyor hep aynı kalıyor.
Üniversite yıllarımda da gece yolculuğunu
tercih ederdim hep. Yanımdan akıp giden yolları, şehirleri ve özellikle geçip
giden hayatı gecenin hüznüyle buğulandırırdım. Daha cazip gelirdi melankolik
yapıma.
İçime işleyen o hüzün duygularımın sığınağı
gibi süzülürdü her bir yanımda. Dokunurdu, titretirdi ve beni canlı tutardı. Huzurlu
bir hüzün diye adlandırsam hiç abes kaçmaz herhalde. Çünkü o hüznü özlerdim,
hala da özlüyorum.
İşte şimdi aradan geçen yıllar o
zamanlarıma has duygularımı yad ederek geçiyor. Bana şahit olan tek şey ise odamın
penceresinden içeri süzülen ay ışığı ve hafif deli rüzgar… O özlediğim tadı
veremese de o zamanlara alıp götürme de üstat.
Odamın dinginliğinden beni alırken bir gece
kuşunun ötüşü ile anında geri getirebiliyor. Susmuyor bu gece kuşları, dinmiyor
ve beni zamana, hayata sıkı sıkıya bağlıyor. Kopup gitmeme, uzaklaşmama katiyen
izin vermiyor.
Olduğum gibi kalarak kanımı akıtırcasına
sakin kalıyor. Beni hırçın dalgaların içinde boğuşan bir kayık gibi savuruyor
ama hiçbir yere göndermiyor. Kalabalığın içinde sessiz kalan yalnızlığıma gülüp
geçiyor.
Sadece kendine has tınılarıyla yalnızlığım
çığlığı basıyor ama gece kuşları ulaştırmıyor sesimi sonsuzluğa. Kendi
döngüsüne hapsediyor çığlığımı, boşluğa sürüklüyor. Zaman ise geçmiyor o
boşlukta.
Fark edilmiyor ne kadar olmuş? Kaç ay olmuş?
Kaç yıl geçmiş? Boşluk geri püskürttüğünde artık çok geç olduğunda farkına varılıyor
geçen her dakikanın yaraladığı sonuncusunun ise öldürdüğü.