Otobüsteki süslü dulun tek eksiğiydi yüzündeki gülümsemesi, çaysız bir kahvaltı masası gibi. Olmamış. Ki bende sevmem zaten otobüs yolculuklarını, çayı unutulmuş kahvaltı masalarını sevmediğim gibi.
İntihar edecek gibi duruyor kadın, arkasında bıraktığı tek bir intikam mektubuyla. Katili hayat, birileri söylesin bunu yetkililere. Tanığı yok ölümünün, ben gözlerimi kapıyorum.
Demiştim ya hani, otobüs yolculuklarını pek sevmiyorum. Sinirimi bozuyor ön koltuğa sabitlenmiş minicik ekranlardan çıkan kuvvetli sesler. Başkalarının kafalarını sarıp, kulaklarının içine giren sesleri bedenime almak istemiyorum.
Dul kadın ve kırmızı ruju, "ben demiştim"li cümleler için açıyor ağzını, sırf haklı gibi gözükmek için hayata karşı. Konuşmak için konuşanlardan, başka şansı olmadığı için doğanlardan.
Kim bilir, fazla dar olmasaydı kaderin rahmi kayar giderdi kanalizasyon sularına belki de. Bana yok saymayı öğretti yaşadıklarım, parçalanmış dudaklarım ve her daim yaralı ayalarım.
Sana adımı bıraktım ve biraz da gülüşümü, tozlanmış mezarlığında pırıl pırıl parlayacak. Kırık camlar toplanılmaz değil mi mıknatısla? Peki düşler, kırılmış düşler?
Varlığı ve yokluğunun bir farkı olmalıydı diyor kadın. Kime konuşuyor? Kimle konuşuyor? Dur açma perdeyi, girmesin güneş içeri. Meşrulaşmasın konuşmalarımız, hiç konuşmamış gibi yaparsak daha az acıtır. Daha kolay kapanır kimsenin görmediği yaralar, daha temizdir her zaman.
Kandırılmış hissediyorum. Üstüne sifon çekilmiş dışkının hayal kırıklığı gibi alınganlığım. Koruyucu sıcaklıktan kanalizasyona. Trajedi.
Yalanları kim söyledi acaba? Sen mi ben mi? Yalan çıkmamış hiç benim dudaklarımdan, bundan dolayı seni suçlamak daha kolaydı. Terk edilmişlik daha kolaydır terk etmekten.
Vicdan azabından daha az acıtır aşk acısı. Aşk... Hiç uğramadı buralara aslında
Rahatlamak istiyorum ağlatıyor beni kader. Ruhumdaki morlukların yanında hiçbir şey vücudumdakiler.
Otobüsteki dul kadın. Fazla sesli, fazla kırgın. Saklandığı abartıların arkasında yalnız, ne kendi ne de başkaları inanıyor mutluluğuna. Otobüsteki dul kadın, kusursuzluğa çok yakın...
Çarşamba
Pazartesi
Ütopya..
Kalplerimiz ne tuhaf. “Onunla olabilirim” cümlesini bıkmadan usanmadan söylettirebiliyor insanlara. Ama ben biliyorum ki bu cümleyi her kuruşumuz birbirini tekrarlayan “aynı”lardan ibaret.
Gerçeklere inat yaşıyorum ben. Tipik bir ütopya insanı gibi. Öyle bir ütopya ki kimseyi içeri almıyorum. Kirlenmemiş bir dünya çünkü o. Benim gerçeklerim var sadece orada. Bir de korkularım ve yaşanamamış beklentilerim.
Gerçek bir adam olmalı. Dünyaya göre gerçek değil, bana göre gerçek. Benim dünyama göre gerçek. Dünyayı bütünüyle reddetmiş bir adam, kendi ütopyasında yaşayan bir adam. Çünkü o adam benim ütopyama girmesine rağmen o ütopyayı kirletmeyecek tek adamdır. Rahatlıkla selam verip girebilir içeri. Gıkımı da çıkaramam. Çünkü bilir onun kirlenmesini istemediğimi. Çünkü bilir bir ütopyanın nasıl da saklı ve kıymetli olduğunu. Kendi de gerçekle inatlaşan ve kendine bir ütopya yaratan biridir çünkü.
O, anlar. Hatta bir tek o anlar.
Gerçek dünyada kaybolmaktansa kendi dünyasının kralı olmuştur çünkü o da.
Tek bildiği gitmek insanların. Tozlu ayaklarıyla her gün bir düşü kirletmekti yaptıkları. Bu yüzden “sen” diyorum işte. Sen diyorum ütopik adam. Çünkü sen de bu dünyanın içinde değilsin. Sadece uzaktan izliyorsun tepkisizce. Bu yüzden daha önce duymadığım bir şey söyle istiyorum.
İmkansızlardan, koşullardan bahsetme bana. Bana kendi gerçeklerinle gel. Kalbinle gel. Aklın da ona yoldaşlık etsin sana. İnsanlar mı? Boş versene sen onları. Bilirlerse yaşatmazlar bizi, bilirsin sen de. Sessiz sessiz, usul usul gel bana.
Yanıltmasan ya beni? Üzülmesem ya bu kez? Zor olmaz bence? Soru anlamı taşımayan cümlelerime bile bilinmezlik ve bir cevap beklentisi yüklemesen ya?
Bilirsin sen çünkü. Üzülmek istemezsin sen de. Sevmek istersin sen de. Sevilmek istiyorsun sen de. Bu yüzden bilirsin beni. Kurtarırsın ve kurtulursun.
En baştan mı yanıldım yoksa? Yoksa sen de geçmişinde bir saplantı mısın hala? Daha önce duymadığım bir şey söyleyeceğine inandırmıştım kendimi. Bu inancım da ütopyamın okyanusunda boğulmasa olmaz mı?
Gerçeklere inat yaşıyorum ben. Tipik bir ütopya insanı gibi. Öyle bir ütopya ki kimseyi içeri almıyorum. Kirlenmemiş bir dünya çünkü o. Benim gerçeklerim var sadece orada. Bir de korkularım ve yaşanamamış beklentilerim.
Gerçek bir adam olmalı. Dünyaya göre gerçek değil, bana göre gerçek. Benim dünyama göre gerçek. Dünyayı bütünüyle reddetmiş bir adam, kendi ütopyasında yaşayan bir adam. Çünkü o adam benim ütopyama girmesine rağmen o ütopyayı kirletmeyecek tek adamdır. Rahatlıkla selam verip girebilir içeri. Gıkımı da çıkaramam. Çünkü bilir onun kirlenmesini istemediğimi. Çünkü bilir bir ütopyanın nasıl da saklı ve kıymetli olduğunu. Kendi de gerçekle inatlaşan ve kendine bir ütopya yaratan biridir çünkü.
O, anlar. Hatta bir tek o anlar.
Gerçek dünyada kaybolmaktansa kendi dünyasının kralı olmuştur çünkü o da.
Tek bildiği gitmek insanların. Tozlu ayaklarıyla her gün bir düşü kirletmekti yaptıkları. Bu yüzden “sen” diyorum işte. Sen diyorum ütopik adam. Çünkü sen de bu dünyanın içinde değilsin. Sadece uzaktan izliyorsun tepkisizce. Bu yüzden daha önce duymadığım bir şey söyle istiyorum.
İmkansızlardan, koşullardan bahsetme bana. Bana kendi gerçeklerinle gel. Kalbinle gel. Aklın da ona yoldaşlık etsin sana. İnsanlar mı? Boş versene sen onları. Bilirlerse yaşatmazlar bizi, bilirsin sen de. Sessiz sessiz, usul usul gel bana.
Yanıltmasan ya beni? Üzülmesem ya bu kez? Zor olmaz bence? Soru anlamı taşımayan cümlelerime bile bilinmezlik ve bir cevap beklentisi yüklemesen ya?
Bilirsin sen çünkü. Üzülmek istemezsin sen de. Sevmek istersin sen de. Sevilmek istiyorsun sen de. Bu yüzden bilirsin beni. Kurtarırsın ve kurtulursun.
En baştan mı yanıldım yoksa? Yoksa sen de geçmişinde bir saplantı mısın hala? Daha önce duymadığım bir şey söyleyeceğine inandırmıştım kendimi. Bu inancım da ütopyamın okyanusunda boğulmasa olmaz mı?
Perşembe
Bugün hayallerimde tekrar, tekrar aşık oldum sana..
Ruhlarımızın
bir yerlerde buluştuğuna, düşlerimizin bir yerde kesiştiğine inanmak istediğim
bu hayattan çalıntı anları, beni bunun aksine inandırmaya çalışan bir sesle ilk
önce hep sen bölerdin.
Böyle
anlarda yüzün daha da netleşirdi dünyaya sevinçle bakmaya çalışan ela gözlerimde. İşte ben en çok seni içimden doğru sevdiğim anları sevdim.
Hayatının içinde seni barındırdığı her karesinden uzun uzun soluklar alarak o
günlük, o sıradan ayrıntıları alabildiğince büyütüp, içinde kaybolarak severdim
seni…
Bugün
hayallerimde tekrar, tekrar aşık oldum sana. Konuştuğumuz en saçma
şeyleri bile en ince ayrıntısına kadar hatırladım, kazımışım beynime. O kokunu
duyuyorum hayallerimde hafif pudramsı koku. İçime çekercesine. O
bal tadını alıyorum, kendimden geçercesine.
Ampulden
ışık toplayan arı gibiydim hayallerimde, senin yanındayken. Gözlerim kör
olmuştu ama kokuyordu ışığın, tadını zaten hiç bilmiyordum. Viski gibiydin,
için hep buzlu ama sen o şekilde iyiydin. İfadeni bir kova suda boğdum sessizce
aklımda. Ardından suyu yüz santigratta kaynattım, belki erirsin diye. Yangın çıktı her yerde. Ben o küçük yangınla
her şeyimi kaybettim. Varlığım bunların en değersiziydi belki de. Yangın bazen
kesin çözümüdür çaresizliğin.
Yüzünü hiç ezberleyemedim, hiç okuyamadım, hiç görmedim ve yüzünün
ardındakileri bana göstermedin. Dalgalı saçların karlara değiyordu ve bunda
beyazın hiçbir suçu yok. Senin saçlarındı suçun kaynağı. Denizi kıskandıran dalgaları…
Öpüşürken gözlerini kaçırıyor musun ya da kapıyor musun? Oysa sadece gözlerin
öpüşmeye ihtiyacı vardır biliyor musun? Sakinlik veren gözlerinden kendime yeni
hayaller kurabilirdim seninle öpüşürken. Aşkımı sana dudaklarımdan akıtırken,
aşkımı sana öpüşlerimle anlatırken.
Olabilirdik,
olandık ve olduk… Buyduk biz birbirimiz için. Yürüdüğün yollarda bir ben
yoktum. Yanlış mı sözcükler? Yanlış mı hayali dokunuşlar? Yanlış mı anlaşılma
isteği? Bir sokaktan diğer sokağa, kendi sokağıma nasıl geçmeliyim, sınırlarımı
böyle yitirmişken. Senin ‘sokağından’ kendi sokağıma nasıl geçmeliyim yolumu
böyle şaşırmışken.
Kendi
aşık oluşlarım, kendi terk edilişlerim. Hepsi bende, hepsi benimle… Herkes dans
edemez rüzgarla. Savrulur dört bir yana. Dağılır, parçalanır. Rüzgarı sevmek
gerek. Mantık kokar çünkü rüzgar. Sana ne yapacağını bilirsin. Saçını
savuracağını, kulaklarını uğuldatacağını, içine girip seni titretip,
ürperteceğini ya da tatlı bir şekilde saracağını… Bilirsin rüzgardır çünkü bu,
her zaman aynı şeydir, aynı şekildedir. Etkisi asla değişmez. Bu yüzden sevmek
zorundasındır rüzgarı. Sevmeden giriştiğin ne varsa savurur seni, savrulmadan
olmaz. Severek girersen, bilirsin. Hazırsındır çünkü. Umut etmezsin yapacağını
beklersin. Umut, içinde bulunduğu durumdan memnun olmayan insanlar içindir.
Umut ediyor muyum umutsuz muyum artık bilmiyorum.
Bunu
bana neden yaptın değil de, ben neden yaptım bunu kendime? Sormamaya çalıştıkça
kendimi soyutladıkça kafama kafama vurdu yaşadıklarım bana bu soruyu,
ellerindeki tokmaklarla. Üzgünüm ama artık kendimi daha fazla kandıramıyorum.
Eros’un
oku ilk bana atmış olması mı beni umutsuz vaka yapıyor? Cevap istemediğim
sorular. Sadece sorulmak için varlar. Cevap istesem verebileceksin sanki.
Yoksun ki. Hiç gelmedin ki. Hep varmış gibiydin.
Sensizliğime
mi dökülüyor yaşlar gözümden yoksa kaderime mi ağlıyorum? Biliyor muyum çekip
gideceğini? Biliyorum. Öyleyse neden hala nefes alıyorum? Sevgim mi tüketiyor
beni? Evet, olmayacak bir sevgi tüketiyor beni. Sana olan sevgimden mi
eriyorum? Eriyorum, bitiyorum, özlemin içimi kavuruyor çünkü. Öyleyse neden
yanında olamıyorum? Kalp mi bu göğüs kafesinde sıkışan, sadece senin için atan,
sen gidince hali ne olacak biliyor musun? Tabi ki bilmiyorsun ve bu senin
umurunda değil. Umurunda olmasını öğretmem gerekecek aslında sana. İster misin
gerçekten?
Sen
gidince küçük kopmalar yaşayacak kalbim. Sonra tamamen kırılacak. Ne kadar kısa
bir süreç değil mi? Artık öğrenmiş oldun. Hala gitmek istiyor musun? Tabi ki de
istiyorsun. Hiç gelmediğin birinden gitmek ne kadar zor olabilir ki?
Başkasındayken sadece kapıdan bakıp çıktığın birinden gitmek ne kadar zor
olabilir ki?
Olabilirdik,
olandık ve olduk hayallerde. Oyuncasına, ebeleyen kazanırdı. Sen ebeleyen
oldun, ben ebelenen. Kazandın ve son buldu. Buyduk biz birbirimiz için.
Yürüdüğün yollarda bir ben yoktum.
Çok
hızlı bir rock şarkısıydı yaşananlar. İnsanı havaya sokan bir giriş, yüksek
tempolu müzik, muhteşem sözler ve hiç beklenmedik bir anda bitiş. Çok çabuk
vardık en yükseğe ama ben hala bu düşüşe, yitirişe alışamadım. Sonlara alışık
biri olan benim için bile zor geldi.
Anlattığın
her şeyi dikkatle beynime beynime kazıdım. Saniyeler gün oldu. Dakikalarsa ay. Gün
geçtikçe, ay geçtikçe gözüme gözüme soktu yokluğunu içip avuçlarımda bıraktığın
acılar. Anladım ki, sen gitmişsin. Anladım ki, ben gitmişim. Anladım ki,
biz bitmişiz.
Hesabı
yapılamazmış geçmişin, yokmuş sorgusu. Ve aslında yaraların, hatta belki
hatıraların. Anladım ki ölenler ölü artık. Sen şimdi bana yaklaşırsan ben yine gülümserim.
Sen bana sarılırsan başım yine döner
ve bayılırım olduğum yere. Ama sen gidince ben yine acımla uyanırım sabahlara.
Acıyordu bildiklerim, bilmediklerim. Senin bilmediklerin. Ruhun duysa kızar
mıydı? Emin değildim. Yo hayır, kesinlikle emin değildim. Sense var mıydın yok
muydun, belli değildin. En iyisi bırak beni. "Çek gülücüklerini
üzerimden!"
Ağlamak
için çok geç, devam etmek için fazlasıyla kırgınım. Gidene yeterince dur dedim
çünkü. Arada duraklaması kalacağı
anlamına gelmez. Karar verilmiştir çünkü. Kapı açılmış geriye atılan saniyelik
bir bakıştır. Sadece yağmurları bekliyorum artık.
Yağmurlar yağsın, yağsın ki gözyaşlarıma karışsın. Görünmesin
ağladığım. Gel gör ki sıcacık günler etrafta dolaşırken, yaz kendini pıtır
pıtır açan çiçeklerle gösterirken sensiz de kurak kaldı buralar. Tek
yağmur gözlerimdeki buluttandır.
Öyle
acı bir aşk bıraktın ki bana aşk acısının varlığına inandırdım kendimi. Sen öyle
girdin ki kanıma artık senin gülüşünde bile huzur kalmadı. Senle avutsan beni. Ruhuma
işlediğin aşkınla avutsan. “Belki” ve “Keşke”lerinle avutsan beni.
“Elveda”larınla yıkmasan gitmesen tekrar ve tekrar…
Düşlerim
kanatlanıp ütopyalara uçtu bugün, döndü dolaştı, her şeyin tadına vardı ve
sonunda sessizce, sakince geldiği yere döndü. Okyanusun dibini boyladı. Bugün
hayallerimde tekrar ve tekrar aşık olarak sana hem mutluluğunun zirvesine
çıktım hem de acının en dibine gömüldüm. Su boğdu, toprak örttü, hayaller hayal
edilmişliğiyle orada kaldı.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)