Zaten
her zaman olan şey değil miydi bu? Her yanım hayal kırıklığı her yanım
bocalama. Alışmış olmam gerekiyordu. Alışmış olduğumu sanırdınız ama maalesef
öğrendim ki alışmamışım.
Kendi
ruhumla arama mesafe koymak zorundaymışım gibi hissediyorum böyle anlarda. Çünkü
kendi ruhuma tam bir işkence üstadı gibi yaklaşıyorum. Canını yakıyor,
kanatıyorum onu ama kalbimde yanıyor bu sefer. Beynim de, aklım da,
düşüncelerim de…
Her
şey birbirine geçerek bir diğerinin üstüne acı katıyor. Neden her olayı kendime
yorduğumu ve neden her olaydan hüsran çıkardığımı galiba hiçbir zaman öğrenemeyeceğim.
Sevdiğim
bir Teoman şarkısında “Ne yapayım tabiatım böyle,” diye bir kısım var. İşte tam
olarak olay bu. Ne yapayım işte tabiatım böyle. Değiştiremem, sonsuza kadar
böyle kalacağımı ben de bileyim sizler de bilin.
Bildiğim
şeyleri bile bazen bilmiyormuşum gibi hissediyorum. Düşündükçe bilmekten
uzaklaştığım ve kendimden soyutlaştığım. İnsanın kendinden soyutlaşması neyi
simgeler? Uzaklaşmasını mı yoksa içine kapanmasını mı?
İşte
bunu bile bilmiyorum ama bilmek istiyorum. Mesela hikayemin tam olarak nerede başladığını
bilmek istiyorum ya da belki de hikayem bir türlü başlayamadı. Bu ihtimal daha
yüksek ve ben yabana atmak istemiyorum. Sahi
benim hikayem neden başlamamış olabilir?
Kalbim
kesin tutukluluk yapmıştır ve içindeki yaşayan o teklik hissinden kurtulamamıştır.
Bundan kesinlikle eminim. Alışmış kudurmuştan beterdir derler, işte benim
monopolcü yaklaşan kalbimde böyle, tekliğe adapte.
Kalbimin
en derinini kazarak kalbimi teklik düşüncesiyle sindirmeye çalışan hislerden
kurtarmak istiyorum ama böyle de bir mezar kazıcısı olmaz mıyım? Çünkü kalbimde
gömülü bir sürü his var. Bir sürü aldanış, hayal kırıklığı… Her kürek darbesi
bir hissin gün yüzüne çıkışı… Her kürek darbesi üzüntülerin bir tiyatro oyunu
gibi yeniden gösterimi…
Sahne,
sahne akar görüntüler sonra bir su buharı gibi yok olur gider ya da gitmez.
Gerçeklik boyutunu düşünecek kadar aklım yerinde değil şuan.
Zaten
yerinde olsaydı da bir şey değişmezdi. Gerçeklik kişinin kendi algısı, kendi
yangını. Söylenen güzel sözlere aldanma yanılgısı gibi… Doğruyu yansıtmayan
kelimelere inanarak kandırılma hüsranı gibi…
Velhasıl
her oyun bir gün son bulacak. Bu oyun da son bulmalı. Oyun bitti. Kırmızı lekeli
perde kapandı işte herkes son bir kez selamını verdikten sonra.
O
kırmızı perde yine açılacak. Sadece bir sonraki oyuna kadar kapalı kalacak. Ne
de olsa şov devam etmeliydi. Hayat buydu…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder