Kendi bedenine hapsolmuş bir yabancıyım ben. Kendini çok iyi tanıyan ama olmak istediği kişi olamayan biriyim ben. Kendi ruhumda, kendi bedenimde sonsuz eziyetlerde mahkumum. Kabullenmiş bir halde.
Mahkumiyetim
kusursuz ve hürriyet artık imkansız. Kanıksamışım ben bunu. Bu yüzden
hayallerim bile hep bir mağlubiyete gebe. Hep bir yarım, hep bir yaralı. Çünkü
ruhum yaralı.
Hep bir onaylanma
çabasıyla geçti hayatım. Düşüncelerime, hislerime aldığım her olumsuz yanıt
beni geriye düşürdü. Vazgeçirdi. İlerleyemedim. Galiba ilk yarayı ben burada
aldım. Kendi istediklerime sahip çıkamayarak ruhuma ilk kesiği ben attım.
Her kesik
darbesinde hayallerime değil dayatılan kimliğe sığındım. Hatayı da burada
yaptım işte. Hayır, diyemedim. Yeter, durun. Ben bunu istemiyorum. Benim
istediğim bu değil. Diyemedim, işte. Dilim varsa da söylemeye, dökülemedi
kelimelere.
Söyleyemediğim her
kelime deriye batan kıymık gibi kalbimde bir ukde oldu. Orada işte hep can
yakıyor. Hep hissediliyor. Varlığını biliyorum ama çıkaramıyorum. Bir yerden
sonra alışıyorum ama öyle bir an geliyor ki artık hissetmiyorken, varlığına alışmışken yeniden hissetmeye başlıyorum. Bu sefer daha acı daha keskin.
Ölesiye perçinleniyor kalbimde ama yine çıkaramıyorum. Kısır döngünün alası… İlerleyememenin,
hapsolmuşluğun bariz kanıtı…
Hayat akarken,
yaşın ilerlerken, bedenin artık yaşlanırken ruhunun devam edememesidir bu.
Çünkü ruhun başkasının hayatını yaşıyormuş gibi hissediyordur. Bu istediği
hayat değildir ama yapacak bir şeyi de yoktur. Bu yüzden o isteğiyle kalır,
devam edemez. Benimki de ilerleyemiyor maalesef. Kendimi kendime kırdırıyorum.
Kendime yazık ediyorum. Kendim olmama en büyük engel bendim ve hala da benim.
Bana dayatılan her şeyi kabul etmekle kendime karşı en büyük günahı ben işledim.
Başkalarının olmamı
istediği kişi olmaya çalışırken kendi istediğim kişi olamadım mesela ve en
derin yara da bu aslında. Çok kanadı ruhum ama ben kanattım. İyileşemedim.
İyileşmeye çalışırken bocaladım.
Kanayan ruhumu
bazen teselli ettim. Bazen de teselli edildim. Ne kıymık battı o zaman ne de o
ukdeler hissedildi. Ama bir yerde teselli bitti. Tesiri geçti. Yine aynı oldu
her şey. Puf, geri geldi hapsolmuş ruhun bedbaht hali.
O teselli
zamanlarında hissettiğim özgüvenle, takdir edilmişlikle ilerletmeye çalıştım
ruhumu ama o da bir yere kadar inandı buna. Öyle bir hale geldi işte. Öyle bir
hale getirdim ruhumu. Kendimi.
Bir insanın kendini
köreltmesinden daha acı hiçbir şey yok. Kendinden vazgeçmesi, hayallerinden,
gayelerinden… Çabalamamak ve en önemlisi kabullenmek yıkılışın zirvesi… Hani
diyorlar ya Osmanlı bile böyle çökmedi. Gerçekten de böyle.
İçimden direnişle,
Anka Kuşu misali küllerinden doğan Türkiye Cumhuriyeti çıkar mı bilemem ama
şöyle bir bakınca o da olası değil. Bu yeniden doğuş bile bir yere kadar
gidiyor. Baksanıza halimize. Bir kandırılmışlığın içindeyiz. Kimimiz ise
eşiğindeyiz. Hala kıymığın battığı kimseler, direnenler var ama durduramadıktan,
engel olamadıktan sonra neye yarar? Öğrenilmiş çaresizlik… Kabullenilmiş
çaresizlik…
Girmek istemediğim
konular bunlar. Geri döneyim. Ne diyordum? Yıkılış… Çökme… Enkaz… Kaos içinde
ait olmadığı bir hayata mahkum bir ruh…
Zaman hiç geçmemesi
gereken bir yerde geçiyor. Günler geçtikçe ellerim birer birer boşalıyor.
İstiyorum ki tutsun bu boşalan ellerimden biri. İstiyorum ki kaldırsın beni
düştüğüm yerden. Benliğimi hatırlatsın. Gerçekliğimi… Bana kim olduğumu ne
olduğumu hatırlatsın. Belki de yeniden öğretsin. Zira ben unutmak üzereyim. Ne
kadar acı değil mi? Bunu bile hissedemiyor gibiyim. Acıyorum, kanıyorum ama
hissedemiyorum. Bomboşum. Dolamıyorum. Tamamlanamıyorum.
Oysa kaç kere
tutuldu ki zaten ellerimden? Kaç kere hissettirildi ki ben olduğum? Bunu yapan
hep ben değil miydim? Kendime güç veren ve bu güçle uzun süre dayanan… Kendi ateşlediğim
fitille yükseklere uçup sonra dengesizce yere çakılan? Evet, bu benim. Merhaba,
sizlere. Merhaba, bunu okuyan değerli kişi. Beni anlayabiliyor musun?
Çok iyi anlıyorum, bunları ben yazmışım gibi...
YanıtlaSilÇok iyi anlıyorum, bunları ben yazmışım gibi...
YanıtlaSil