Fark ettim ki zorunluluk ve
sorumluluk kavramları beni soğutuyor. Zevk aldığım şeyler sorumluluk veya
zorunluluk kavramlarıyla karşılaştığında bana işkence etmeye başlıyorlar. Çok
sevdiğim şeylerden bir kaç saniye içinde vazgeçebiliyorum böyle durumlarda ve
sanırım en çok bu yüzden uzaklaşıyorum kendimden, benliğimden.
Sorumluluk
ve zorunluluk hep yanımızda olan bizi bazı şeylerden soğutan kavramlar. İçimize
o kadar işlemişler ki her şeyde varlar. Nefes almak bir zorunluluk, gülümsemek
bir sorumluluk… Zevk aldığımız şeyler bile zamanla bir zorunluluğa dönüşüyor ve
bize işkence yapmak onlar için birer zevke dönüşüyor. İlginç değil mi? Bir
döngü, zamansal bir tutarsızlık.
Kış geçti,
yaz geliyor. Gülümsüyor.
Belki mucize bekliyor birileri. Mutlaka bekliyor. Belki birileri hiçe sayıyor
dalgaları. Hala gülümsüyor. Düşünsenize. Hala çiçeklerini sulayabilen insanlar
var, kendilerine umut aşılayan.
Zorunluluk
yaşam biçimimiz olmuş. Kopamıyoruz, durduramıyoruz. Uzun bir süreç geçti. Aslında çok şey yaşandı. Çok şey
öğrenildi ama dönüp bakılınca pek fazla bir şey ifade etmiyorlar artık. Zavallı
denemeler, yanılmalar, yalnızlıklar, birliktelikler, kaçışlar, kaoslar,
gelgitler…
Geçen
zamanla kendini keşfediyor insan. Hani rüzgar tozları süpürür ve başka bir yana
atar ya. Giden tozun yerine yenisi gelir. Değişkendir insan ve en çok bu
özelliğimizi severim ben, değişiriz. Bencilleşiriz, içimize kapanırız, nefret
ederiz, öfkeleniriz. Ben her öfkelenişimde insanlığımı hatırlarım. İnsanım
derim. Şükür hala insanım.
Ve
bu yüzden sorumluluklarımı ve zorunluluklarımı aklımda bir rafa kaldırıp
düşünmemeye çalışıyorum. Çünkü yaşamımızı ne kadar sevimsiz olsalar da onlarla
bir yere götürüyoruz.
*Körfezde Değişim Gazetesi'nin 14.03.2014 tarihli baskına yazmış olduğum köşe yazısı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder